Buraya kadar herşey gerçekten çok mantıklıydı. Evimizde yapılan Dünya Basketbol Şampiyonası’na katılan kafaya oynayabilecek takımların hemen tamamı en kritik as oyuncularından, takımlarının beyinlerinden yoksun gelmişlerdi. Bizde üstelik Tanjevic‘li son altı senenin başarısızlıklarından bilenmiş, bütün zamanların en iyi takım kenetlenmesini gerçekleştirmiş, en akıllı basketbolunu oynayan, Dev Adam masalını destana çevirmeye ant içmiş takımına sahiptik.
Olması gerekeni yapıp son dörde kalırken çok da olumlu ve kararlı top oynadık. Buraya kadar dahi büyük başarıydı ama “bizi kesmez” diyerek turnuvadaki son Avrupa takımını, hem de en güçlüsü Sırbistan‘ı, yılların rövanşını alarak devirip gümüş madalyayı ‘Elde var bir’ diyerek çantaya koyarken kafaca turnuvayı da bitirdik aslında.
ABD ile buluşma öncesinde yüzde 43‘lük isabet oranıyla turnuvanın en iyi 3 sayı atan takımı olduğumuzu, alan savunması yapmanın ABD‘nin ilacı olduğunu ve fakat turnuvanın en hızlı hücum eden takımı ABD‘nin bu süratini koruması halinde Türkiye‘nin alan savunmasını oturtmasını engelleyebileceğini çok iyi biliyorduk.
32-42 yitirdiğimiz ilk yarı korkularım başımıza geldi. Pas kanallarını tıkadılar. Ritmi öyle yüksek tuttular ki alanı oturtamadan Durant‘dan sayı yağmuruna uğradık.
İkinci yarıda sistem tamamen aslına rücu etti ve ABD ile Avrupa Basketbolu sistem farkı ortaya iyice çıktı. Sistem göçtü.
Bunda, Devler’in 1.5 Milyon TL ödülle yetinip turnuvayı çoktan bitirmiş olması da önemli etki yaptı. Turnuvayı kafaca biz gümüşü aldığımızda bitirmişiz…